Menakıbname'de anlatıldığına göre Hünkar Hacı Bektaş Velî suya üç kez, “Ak pınarım!” diye seslenmiş. Hacı Bektaş'ın müritlerinden biri de suyun şöyle karşılık verdiğini duymuş: “- Erenler şahı, ilk defa seslendiğiniz zaman Horasan'dan, Nişabur şehrinden aktım, Erciyes'e geldim. İkincisinde Erciyes'i yedi kere tavâf ettim, sonra da eştiğiniz yerden çıktım.”
Bu bir menkıbe elbette, ancak her menkıbenin gerçeğe ilişkin bir yanı vardır. Buradaki gerçek ise Erciyes'le su ve suyla insan arasındaki ilişkidir. Erciyes, sahip olduğu su potansiyeli ile İç Anadolu'da asırlardır pek çok medeniyetin yükselmesinde ana etkenlerden biri olmuştur. Taş ve suyu mükemmel kullanan iki büyük medeniyetin, Roma ve Selçukluların Kayseri'de sakin olmalarının ana nedeni de yine sudur. Bu ilişkinin en dikkate değer ve yaşamakta olan örneği Hunat hamamıdır. Bir Roma hamamı olan Hunat'ı yeniden ihya edip Selçuklu mimarisine uyarlayarak ona adını veren ise Hunat Mahperi Hatun'dur.
Hayatın kaynağı olan su her büyük medeniyetin de temelidir ve suyu kullanma ile medeniyet arasında doğru bir ilişki vardır. Bu ilişkiyi en hassas ve çarpıcı şekilde ortaya koyan ise yine bir su medeniyeti kurmuş olan İslamdır. Öyle ki bu gün dünya bu muhteşem dinin söylediği yere gelmiştir: Yani suyun bir damlası dahi israf edilmemelidir. Gariptir, ne yazık ki günümüzde suyla olan ilişkimiz ne ise İslamla olan ilişkimiz de odur. Su fakiri sayılmayız, ancak onu en güzel ve verimli bir şekilde nasıl kullanacağımız üzerinde de kafa yormayız. Oysa dünyanın en önemli meselelerinden biridir su.
Bazı veriler naklederek anlatmak istediğim şeyi anlamanıza yardımcı olayım.
İnsanoğlunun kullanabileceği su miktarı dünya sularının yaklaşık %2.5'i kadardır ve büyük ölçüde yer altı suları, kaynak suları, buzul suları olarak varlıklarını sürdürmekte, gittikçe de kullanılabilir su miktarında azalma olmaktadır. Birleşmiş milletler raporuna göre su zengini ülkeler tarafından suyun hoyratça kullanımı bu hızla devam ederse 15 yıl sonra mevcut sular dünya nüfusunun ancak %60'ı tarafından kullanılabilecektir. Yani dünya nüfusunun yarıya yakını susuzluğun neden olduğu hastalıklarla hayata veda edeceklerdir.
Su zengini ülkelerin şansı kar, buzul ve yağmur sularını taşıyan yatakların çevresinde bulunmuş olmalarıdır. Su zengini olmayan, ancak şimdilik fakir de sayılmayan memleketimiz için de durum aynı. Kayseri'nin şansı da buzulu olan ve sürekli kar tutan bir dağa sahip olmasıdır. Buzulun bildiğimiz buzdan ve aslında bir su olmaktan farkı, içerisinde dünya ile ilgili binlerce yıl öncesinden belgeler taşıyor olmasıdır. Yani bilge insanlar gibi saygı duyulması, görmezden gelinmemesi gereken bir aziz varlıktır karımış, yani yaşlanmış su olan buzul.
Ülke geneli ne yazık ki Kayseri gibi aynı şansa sahip değil. Zira Türkiye'nin mevcut su potansiyeline göre kişi başına düşen yıllık kullanılabilir su miktarı 1500 m3'tür. Nüfus artışı sonucu bu miktar 2030 yılında 1220 m3'e inecektir.
Dünya ölçülerine göre yıllık kişi başına düşen su miktarı 1000 m3'ten az ülkeler su fakiri, 2000 m3'ten 3000 m3'e kadar olan ülkeler az suyu olan, 8000 m3'ten fazla olan ülkeler su zengini ülkeler olarak adlandırılıyor. Bu durumda ülkemizin su zengini bir ülke olmadığı açık bir şekilde görülmektedir. Ülkemizde halen su kaynaklarının yarıya yakın bir kısmı kullanılabilmektedir.
Kayseri'de temiz su kaynakları ne kadar verimli kullanılmaktadır, bir araştırma yapılmış mı bilmiyorum, fakat görülen o ki, arkamızda Erciyes gibi bir dağ varken bize bir şey olmaz davranışı sürdürülmekte ve dünyanın çok önem verdiği kar ve buzul suları gözümüzün önünden akıp yerin derinliklerinde kaybolup gitmektedir. Üstelik Hacı Bektaş gibi velilerin çağrısına cevap veren pınarlar da birer birer yok olmakta, sadece Ak Pınar, Kara Pınar, Kırk Pınar, Delikli Pınar, Söğütlü Pınar, Karlı Pınar, Buzlu Pınar, Dokuz Pınar değil, bu pınarlardan nasiplenmeye gelen diğer canlılar da tavaftan mahrum kalmaktadırlar.
Yıllar önce şehrimizin suyla ilgili kurumuna, “Bu dilekçeyi de tabiat adına veriyorum.” diyerek Erciyes çevresinde, yaşadığım bölgedeki pınarlardan birinin korunması için bir dilekçe vermiştim. Dilekçem herhalde işleme konma tenezzülünü dahi hak etmemiş olacak ki ne bir cevap alabildim ne de bahsettiğim pınarı korumak için bir çalışma yapıldı. İlçe yönetimleri de işin kolayını bulmuşlar, pek çok temel meselede “Sorumluluk il'e aittir” deyip çıkıyorlar işin içinden.
“Su gibi aziz olmak” önemlidir. Su, Rabbimizin adlarından biriyle, “aziz” olarak anılan kevni bir ayettir ve Kur'an gibi rahmettir; kendisine saygı gösterene, kendisiyle ilgilenene izzet ve hayat bahşeder. Ne yazık ki, aziz atalarımızın büyük bir özenle açtığı ve koruduğu aziz su kaynakları, hayatımızdan çekilip gitmekte damla damla. Tıpkı aziz insanlar gibi.
Bakın size Erciyes'le ilgili yıllar önce duyduğum başka bir menkıbevi sırdan bahsedeyim. “Bengi su”yu bilirsiniz; ebedilik suyu, yani abı hayat demek, ölümsüzlük suyu demek. Hani şu İskenderi Zükarneyn'in Hızır aleyhisselam'la birlikte aramaya çıktığı su.
İşte bu abı hayat pınarının bir kolu da Erciyes'te bulunmakta ve Allah'ın izniyle hayatlar bahşetmeye devam etmekteymiş. Fakat hangi pınar olduğunu bilmiyoruz. Kim bilir belki yok edilen pınarlardan biriydi! Erciyes'in kutsal dağlardan biri olarak kabul edilmesinin bir sebebi de bu bengi suyu olmasın?!..
Efsane ve söylenti bir yana; adına ne denirse densin, su: Hayattır ve hayat kadar kutsaldır. Değerini kaybedince anlamanın ne değeri olur ki!