Malumunuz 2008 yılında ABD finans sisteminde başlayan ve küresel çapta finansal sistemin etkilenmesine neden olan, daha sonra da özellikle gelişmiş ülkelerin reel ekonomilerini etkileyen krizin etkileri silinmeye başlarken yeni bir ekonomik resesyon (daralma) ihtimali belirmeye başladı.
Kriz sonrası dönemde uygulanan parasal genişleme politikaları hem ABD’de hem de Avrupa Birliği’nde başarılı olmuş, ekonomik büyüme bir nebze olsun sağlanmıştı. Bunun üzerine ABD merkez bankası konumundaki FED politika faiz oranlarını artırırken, son aylarda ABD başkanı Donald Trump faiz artırımlarına karşı çıkarak, FED’in ekonomik gidişatı dikkate alması gerektiğine dair sert eleştirilerde bulunmuş, nihayetinde FED son toplantısında uzun yıllar sonra ilk defa faiz indirimi kararı almıştı.
ABD ekonomisine ait veriler incelendiğinde faiz indirimi kararının aslında politik bir karar ya da politik baskı sonucunda alınmadığını anlamak mümkün. Nitekim ABD ekonomisine dair son veriler ekonominin büyüdüğünü gösterse de büyümede yavaşlama var. Dahası ekonomide emeğin elde edilen kardan aldığı pay düşmekte. Peki bu ne anlama geliyor? Tüketimde daralmaya neden olmakta. Tüketimi daraltan bir diğer unsur ise kredi faizlerindeki yükselme. Faizlerdeki yükselişin bir diğer etkisi ise yatırımlar üzerinde. Üretimdeki artışı sağlayan sabit sermaye yatırımları, diğer bir deyişle yeni üretim bantlarının açılması yüksek faiz nedeni ile yavaşlamış durumunda. Yani Trump’un FED ile ilgili söyledikleri ABD ekonomisinin geleceğine yönelik haklı ifadeler içermekte. Bunun yanında üretimi artırmaya dönük politikaların sürdürülebilirliği ile ilgili de problemler var. Vergi indirimine ve teşviklere dayalı bu politikalar, şirketlerin karlarının artmasına ve dolayısıyla yatırım yapmalarına olanak sağlamıyor. Nitekim bu şirketlerin karlılıkları ile ilgili raporlarda durumun 2008 krizinden bu yana düzelmediğini gösteriyor.
Şüphesiz ABD ekonomisinin küresel ekonomi içerisindeki payı dikkate alındığında, ABD ekonomisinin daralmaya girmesinin tüm dünyayı etkileyeceğini söylemek çok da zor değil. Fakat küresel ekonominin bir diğer ekonomisi ile ilgili de problemler var. Çin ekonomisinde son dönemde yaşanan yavaşlama ile birlikte, yine Trump tarafından başlatılan ticaret savaşlarının hem ABD hem de Çin üzerindeki olumsuz etkilerinden bahsedilmekte. Bu savaşın
özellikle ABD otomotiv sektörünü ciddi bir daralmaya sokacağı ve ABD işsizlik verileri üzerinde etkisi ile Trump’un bir anlamda “kendi bacağına sıktığı” yorumunu yapmak mümkün. Bunu yaparken Trump ülke içerisinde üretimi artırmayı planlıyor. Ama Çin’den alınan ucuz ürünün ülkeye giremeyeceği düşünüldüğünde, ülke içerisindeki pahalı üretimin enflasyonist bir etki yapacağını söylemek de mümkün.
Öte yandan Çin’in ABD’ye yaptığı ihracatın da azalacağı ihtimali de göz önüne alındığında, Çin ekonomisinin de bir daralmaya girebileceği ihtimali bulunmakta. Hem ABD hem de Çin ekonomisinde yaşanacak daralma ile küresel ekonomi yeni bir küresel ekonomi krizi ile karşı karşıya gelecek. Düşünün ki, Çin’in önemli hammadde ve enerji tedarikçisi konumundaki ülkelerin Çin’deki üretimin düşüşten nasıl etkilenecek!
Tüm bu gelişmeler ışığında Türkiye nasıl bir pozisyon almalı sorusu hemen aklımıza geliyor. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler için avantaj ve dezavantajlar mevcut. Dezavantajlardan bahsedelim. Öncelikle küresel finans krizinden sonraki dönemde gelişmekte olan ülkelerin en önemli sıkıntısı, daralan finans kaynakları. Büyümenin sürdürülebilmesi için gerekli sermayeyi dışarıdan temin eden bu ülke grubu için artık kaynaklarını daha verimli kullanmak zorundalar. Son dönemde Türkiye’de de hükümetin önemli politika uygulamalarına konu olan ileri orta ve yüksek teknoloji üretiminin arttırılması için gereken sermaye yatırımlarının yapılması, finansal anlamda güçleşmekte. Bu noktada, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı tarafından atılan teknoloji seraları projesi gibi projeler önemli hale gelmekte. Bu politikalar sayesinde makine, otomotiv, kimya, gıda ve elektrik – elektronik sektörlerinde üretimin ve ihracatın arttırılması planlanıyor. Böylece ekonominin temelleri güçlenerek dışsal şokların etkileri de azaltılabilecek.
Küresel ekonomide yaşanan gelişmelerin Türkiye’ye sağlayacağı avantajlardan da bahsetmek mümkün. Ticaret savaşlarından Türkiye önemli bir avantaj elde edebilir. Şöyle ki, ABD’nin toplam ithalatında Çin’in payının düşeceği aşikar. ABD ithal ettiği ürünlerde yeni tedarikçi arayışına gireceği göz önüne alındığında bu Türkiye için bir fırsat oluşturacak. Nitekim son günlerde ABD’li Ticaret bakanı Wilbur Ross ve beraberindeki heyetin Türkiye ziyareti ABD – Türkiye ticaret hacminin artacağına yönelik beklentileri artırdı. Bu ziyarette ABD ve Türkiye arasında serbest ticaret anlaşmasından, ABD’li firmaların Türkiye’ye yatırım yapmasına kadar önemli konular masada.
Tüm bu gelişmeler ışığında Türkiye’nin yapması gereken üretim yapısını geliştirmesi ve ihracatını artık geleneksel ürünler yerine yüksek teknoloji içeren ürünler ile çeşitlendirmesi
gerekmekte. Burada önemli görev sanayicilerimize ve girişimcilerimize düşüyor. Devlet desteklerini doğru şekilde kullanmalı, akılcı hamleler yapmalılar. Ancak bu sayede muhtemel küresel kriz alt edilebilir.
ÖZGEÇMİŞ
Selim Kayhan 1981 Kayseri doğumlu olup, lisans eğitimini Erciyes Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat bölümünde tamamladı. Doktora eğitimini Erciyes Üniversitesi’nde yaparken YÖK bursu ile Michigan State Üniversitesine Merkez Bankacılığı ve para politikaları alanında araştırma yapmak için gitti. Doktora sonrası çalışmalarını New Orleans Üniversitesi’nde finansal piyasalar ve istikrarı konusunda yaptı. Halen Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak görev yapmakta olan Kayhan, evli ve iki çocuk babasıdır. İyi derecede İngilizce bilmektedir.