GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE HACILAR ÇOCUKLUĞUMUN HACILARINDAN GERİYE KALANLAR.AHMET BAKTIR
GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE HACILAR ÇOCUKLUĞUMUN HACILARINDAN GERİYE KALANLAR.AHMET BAKTIR
12 Aralıkta Hacılar Ortaokulu tek sınıf 32 arkadaş beraberdik.
GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE HACILAR
ÇOCUKLUĞUMUN HACILARINDAN GERİYE KALANLAR
Havasına suyuna taşına toprağına
Bin can feda bir tek dostuma
Her köşesi cennetim ezilir yanar içim
Bir başkadır benim memleketim (Ayten Alpman)
Saygıdeğer Hemşerilerim… Gazetemizin bu sayısında bundan 50-70 sene önce uzun ve zorlu kış günlerinde, acılı-tatlılı yaşanmış anı ve hatıraları özetleyen üç kısa ve özlü yazıyı, üç “Hacılar Sevdalısı” nın kaleminden, “Bir başkadır benim Hacılarım” sloganıyla sizlere sunmaya çalışacağım. Umulur ki yaşlılara hatırlatma, gençlere ibret-ders olur.
Çocukluğumuzda Erciyes, başımızın altında yastık, onunla yatar onunla kalkardık. Sabahleyin uykudan uyandığımızda bir taraftan gözlerimizi ovuştururken, bir taraftan da Erciyes’e bakardık. Erciyes’in başı dumanlı bulutlar arasında görünmüyorsa, “Erciyes kürkünü giymiş” der, o günün yağışlı ve karlı bir gün olacağına kanaat getirirdik. Erciyes pırıl pırıl görünüyorsa, içimiz açılır, kış da olsa yaz da olsa güzel bir gün olacağına karar verirdik.
Erciyes, ya ağa koltuğuna ya da dağ koltuğuna misali, atalarımızın koltuğunu mesken tuttukları dağın adıdır.
Geçmişten günümüze Erciyes’le bütünleşen Hacılar ve Hacılar insanının anlatılacak, acı tatlı çok anıları olsa gerek. Uzun kış gecelerinde yaşlıların oturmaları, gençlerin eş gördüm oyunları, çocukların iskembe etrafında uykuları v.s. Gündüzlerinde yaşlıların meydanda oltalaması, gençlerin damlarda elimyağlı-enekpotak-ceviz-bilye oynamaları, çocukların daracık sokaklarında naylon ayakkabı, yada naylon üzerinde kaymaları v.s.
Her evden gelen tarak sesleri, merkep sesleri…
Çekirdekçi-tatlıcı Vahdi Emmiden alınan çekirdeklerin çitilmesi, tatlıların yenmesi…
Yağ satardık, bal satardık. Ne güzel yıllardı, kimsenin kimseyi satmadığı…
Ömür dediğin bu olsa gerek…
Paramız azdı ama bereketliydi, evimiz dardı ama huzur vardı, saygı sevgi vardı, yardımlaşma ve kaynaşma vardı.
Paramız oldu bereketi kaybettik, güzel evlerimiz oldu huzuru kaybettik, nimetlere boğulduk şükrü kaybettik, okuyanımız çoğaldı saygıyı sevgiyi kaybettik.
İster kral, ister köylü olsun. Dünyada en mutlu insan, evinde, mahallesinde, köyünde, şehrinde “Huzur” olandır. Allaha kul Resulüne ümmet olandır.
Ahmet BAKTIR- Eğitimci Yazar
HAYALİ CİHAN DEĞER….
Merhaba Sevgili Hemşerilerim,
Kendi insanımızdan hiç vazgeçmedim. Onlara hep sevgi ve aşkla bağlandım. Hacılar’ın altmışlı yıllarını yeni nesil yani 20-30 yaş grubunda olan gençlerimiz bilmezler. Meydanda sarı renkte iki katlı olan ve giriş kapısı Kayseri’ye bakan ilkokul. Okulun önünde sanki 20x20 m. gibi bir bahçesi. Aşağı taraf Biyyenin Halil Emmi’nin deresi.. Sağ taraftan Kayseri yolu ve Nalbat Baki Emmi’nin mektebin duvarı vazifesi gören teneke barakası.
Mektebin etrafında Belediye, Halk evi ve Büyük Cami… Bunların önündeki geniş alana köyün önü derdik.
-Ana ben köyün önüne gidiyom arkadaşlarımla gezecem.
-Eh oğlum hadi git ama geç kalma güneş inmeden gel.
-Tamam ana…
Mektebin dibindeki karlar güneşli havalarda erir genç yaşlı birçok kişiler çömelmiş hem ısınırlar hem de sohbet ederler. Bir iki belediye otobüsü var dolmadan kalkmaz, bir iki özel
minibüs ilaç gibi… Zaten Kayseri’ye giden de pek o kadar fazla değildi zamanki hali şu türkü çok iyi anlatır.
Mektep dibi güneşi
Hiç kimsenin yok işi
Durmadan çerdek çiter
Küflenmedi mi dişi
Şakşak’ı elinde, tabancası belinde
Hacılar’ın yiğidi cümle alem dilinde
Mektep duvarının sağ tarafında nalbant Baki emmi hem nalbantlık hem de acil dişçilik yapardı. Kerpetenle dişlerini çektiği kişilerin bağırtısı Tutamsekiyi inletirdi. Derken bizler de okullu olduğumuzun farkına varıyoruz. Hiç unutmam ilkokul 3. sınıftan bir arkadaş 3-4 çengel sakızı çiğneyip şişirip horoz yapmış elini üstüne kapatmış meraklılarına 5 kuruş karşılığı gösteri yapıyor, bayağı da meraklısı vardı ve Ali Bee (bey) kazancın yolunu bulmuştu.
Bizden 1-2 sınıf yukarıda olan ve köyde çalışan büyükler: Berber Sacit, Balıkçı Necati ve diğerleri bizi keşfettiler ve okul bahçesinde top oynamaya başlıyoruz.
İlerleyen günler ve aylarda öğrencilerden ve halktan bayağı seyircilerimiz olmaya başladı. Top oynadığımız o günlerde Saçlı Karamavuş dünya futbolundaki yıldızları bizlere yakıştırıyordu. Bana Pele, Mustafa Kahraman’a Metin, Mehmet Güneş’e Puşkaş, Murat Çetinkaya’ya Garincha…
Top oynayan kişiler yavaş yavaş belirmeye başladı: Bekir Gürdoğan, Ahmet Bakır, Ahmet Oğuz, Ahmet Erciyes, Tatlı’nın Osman, İsmail Demir, Necati Güneş…
Yaz kış demek yok her zaman top oynuyoruz. Çoğumuzun ayakkabısı yok. Kışın 50cm den aşağı olmayan karın üstünde kalın yün çoraplarla top oynuyorduk. Ortaklaşa topladığımız parayla Kayseri’den top alıyorduk. İçinde lastiği dışında meşin kılıfı vardı. Baki emmi öğle yorgunluğunu gidermek için barakasında uykuya yatınca bizler de taştan iki taraflı kale yapıyoruz. Bir kale Baki emminin tarafına, yani barakasının arkasına, diğeri de karşı tarafa. Ayakkabılarımız bez, lastik ayakkabılar. Numaralar ayağımıza pek uymaz. Hele Necati’nin 46–47 numara ayakkabısı hiç bulunmaz. Bir tane özel yaptırdı. Başka da yaptıramayacağını anladı. Hem top hem de okul ayakkabısı olarak yıllarca onu giydi. Onun özel bakımı vardı. Bir gün seyircisi bol bir maçımız vardı. Seyirciler arasında Halıcı Haceli, Fevzi, Mahmut Güneş, Şıh Mehmet de vardı. Maçta Necati mutlaka oynardı. Faulden doğan bir serbest vuruş vardı. Necati yaradana sığınıp topa öyle vurdu ki, top lang deyi Baki emminin barakasında patladı. Necati’nin beti benzi kül oldu. Bu arada ayakkabı da yerdeki taşı söküp ayağından fırladı. Bereket Necati’nin 46 numaralı kocaman ayakkabısı oyuncunun kafasını sıyırdı geçti. Baki emmi dev cüssesiyle ortaya çıktı. Gözünden ateş fışkırıyordu. Baki emmi: Lan … dedi, amma biz korkudan ölüp ölüp diriliyoruz. Topu eline aldı. “Aman Baki emmi tek bir yerden kes nolur, bir daha yapmayacağız” diye yalvardık; ama yalvarmalarımız kâr etmedi. At tırnağı keski bıçağı ile topu dilik dilik dildi. Topun dikilmesi artık zor, dikilse de yamuk yumuk bir top olacak..
Aklımıza Hacılar’ın da bir futbol takımı olsun fikri geldi. O gün meydanda olan kişiler bir araya toplandık. Necati Güneş, Mehmet Güneş, Mustafa Özsoy, Mustafa Kahraman, Saçlı Karamavuş, Ahmet Bakır, Murat Çetinkaya, Ahmet Oğuz, Bekir Gürdoğan, İsmail Demir, Mustafa Eser, Balıkçı Mustafa Abi, Berber Sacit Ağa, Belediye Şoförü Mıstık Çavuş, Ahmet Erciyes, Şoför Murat Ağa, Tatılı’nın Osman ve şu an ismi aklıma gelmeyen bazı arkadaşlarla ve büyüklerimizle, Hacılar Spor kuruldu. Maç yapmaya, civar nahiye ve kazalara belediye otobüsü ile gidiyorduk. İncesu, Erkilet, Bünyan… Takım yeni; ama azimli.
Mustafa ÖZSOY – Makine Mühendisi İst.
KADER… BİR GÜNLÜK DAMAT VE BİR E..
Bu tür yazılara, sözlere nasıl başlanır bilmem ki… Bundan 57 yıl önce sipariş üzere (03.03.1949) dünyaya geldiğimi Nüfus Cüzdanımda göremezsiniz… Dokuz aylık bebekken Eşmeciğe (Kayseri-Hacılar) anneanneme ve halama verildiğimi bilemezsiniz…. Hacılar Orta Mahalle Borboz Sokak No: 13’te “isli direk” altında Eşmecik’te “tolda” yattığımı, kumlukta oynayarak, Çarığın Pınar’dan su içerek büyüdüğümü bilemezsiniz… Ellerin babası eve gelirken anneme:
-Babam nerede, neden gelmiyor?
-Baban gelinmez yolda!...
Bu cevabın çocuk ruhundaki tesirini ölçemezsiniz… Kışın Hacılar’da dam boyu karların daracık sokakları doldurduğu yıllarda, ayakta kara lâstik, annemin ördüğü yün çorapla karlara bata çıka ilkokula gittiğimi hatırlarsınız… Hademe Mustafa Amca’nın “keven az, odun az, yeniden evlere” sesleri hâlâ kulaklarımda…
İlkokul 3. sınıftayız. Nisan ayı. Merzifon’dan Hacılar’a gelen kalaycı ustasının yanında “çay kumuyla” bakır kapların temizliği, kalaya hazırlık, “körük çekme” işi ve parlayan kaplar… Haftalık 5 kuruş, ilk alın terleri karşılığı…
İlkokul tamam. Ortaokul Hacılar’da yok. Binası tamam. Bakanlıktan emir bekleniyor. Bana Kayseri sanayii, Kayseri’de okuma yasak. Yaz dönemi, Berber Hayrettin’in yanı. Yaz boyu çıraklığın tadı-tuzu…
Hacılar’dan Nazmi Toker Ortaokuluna giden arkadaşların kıyafetleri, kravatları, başlarındaki “öğrenci şapkası” ve bendeki hayranlık-kıskançlık izleri…
Hacılar’a ortaokul açıldı. Kıyametler koptu!..
Anneme “ben okuyacağım” dedim. O da “Oğlum ben seni halı dokuyup okutamam. Zamanı geldi, mademki beni dinlemiyorsun, otur şuraya. Senin beş kardeşin var, annen var baban var, var git onlar okutsun”. Erciyes Dağı bana mı ben mi Erciyes Dağı’na milyonlarca gidip geldim…
Annem ve babamı öğrendim. Ben öz anneme hala; halama da anne diyerek büyümüşüm. Hala çocukları kardeşimmiş. Lifler, ruhlar, yıllar koptu… Yuvaya dönüş; ama çok zor…
12 Aralıkta Hacılar Ortaokulu tek sınıf 32 arkadaş beraberdik. Hacılar ve Hacılarlılar için anlatılan sert, doğru ve mücadele dolu hatıraları dinleyerek büyüdük… Şimdiki rahatlığı ve huzuru bizden öncekilerin yönlendirmelerine, fedakârlıklarına borçluyuz. Prof. Dr. ünvanlı birçok arkadaşımın çocukluk döneminde “gafle” çektiğini biliyorum. Dam kürüdüğünü, dam yuğduğunu biliyorum. Buz üstünde gece yarılarına kadar top oynadığımız yerlerde şimdi Hacılar sanayi dükkânları ve eski mezarlık yanında evler yükseldiğini biliyorum.
Lise… Üniversite… Evlilik… Öğretmenlik… Babalık… Dedelik… Hâlâ saf ve temiz bir Hacılarlı…
Erciyes… Türkmenin biri yaylaya erken çıkar. Ot iyi hava soğuk ama neylesin. Bir sabah bakar ki, her taraf bembeyaz kar. Koyunların yarısı donmuş, koşar kuzulara, kuzuların hepsi donmuş. Çadıra döner ve “Ey koca Erciyes! Bu senin başının altından çıkıyor” diyerek çadırın orta direğinde asılı olan “çifteyi” Erciyes’e çevirip ateş eder.
Erciyes’in tepesinde bir anne ve yedi çocuğunun “taş kesilmesi” menkıbesi beni çok etkiledi. Hep o anne ve çocuklarını yakından görmek isterdim. İşte bu arzu beni Erciyes’e düşürdü.
Çarığın Pınar’dan ve Yukarı Eşmecik’ten Erciyes’in görünüşü bir harika. Aramızda bir engelin kalmadığı mesajını aldığım yıllarda ortaokuldaydım. Arkadaşım sayın Hasan Erciyes ile ille çıkış talebi. Hacılar’da yol hazırlığı, yola çıkış ve Kınalı Yurt’tan Erciyes’in eteklerine varış…
Akşam üzeri esen yel ve yavşan sesleri. Korku… Ertesi gün “Hörgüç Kaya”ya kadar sırttan varış. Rüzgârdan paraşüt gibi şişen naylon gömlekler. Bozulan dengelerimiz ve Şeytan Deresi’ne uçma korkusu… Hasan’ın yalvarışlarını, zirve kayanın üstünde Sümer’in korkuları ve geri dönüş…
Daha sonraki yıllarda kaynayan içim duruluyor ve Hacılar’dan bir gurupla tekrar zirvedeyiz. Anne ve yedi çocuğunu aradım. Tanıştığımıza da memnun oldum. Anne, 16 metrelik dağın zirvesi değilmiymiş! Çocukları da zirvenin batıya doğru uzanan çıkıntıları. Vay anam vay..
Dağa tırmanışların arkası kesilmedi. Birçok yerli ve yabancı dağcı ile zirve yaptım. Son tırmanışlardan birinde üç doktor arkadaşla zirvede idim. Şimdi mi? “Her yaz şimale doğru asırlarca bir koşu” diyen Yahya Kemal BEYATLI gibi gönlüm zirve zirve zirve… diyor. Ayak bileklerim ise şişerim şişerim şişerim… diyor.
Sümer MUTLU – Emekli Edebiyat Öğretmeni
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.